Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrencilerim,
	Kaplamsal bir  sistem  olarak toplumu  var  ve  sürekli kılan  ögeler,  onun içerisinde
birbirleriyle karşılıklı  bir  bağımlılık  ilişkisinde  yer alan ve aynı zamanda  otonom olarak
varlık  gösteren  alt sistemlerdir.  Bu  sistemlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ve varlık
tarzlarında  gösterdikleri yetkinlik,  tüm  sistemin  başarısını ortaya koyacaktır. Bazılarında
görülen yetersizlik diğerlerinin uğradığı başarısızlıkların nedenini oluşturabilecektir. Bu alt
sistemler arasında bazıları vardır ki, kapıldıkları hastalıklar nedeniyle tüm toplumu yokoluşun
eşiğine  getirebilir.  Bunların en  başta geleni Hukuk alt  sistemidir.  Bu bağlamda bu sisteme
atfedebileceğimiz işlevler şunlardır (Lewellyn): 
- Hukuk toplumu çatışmalardan temizler (reaksiyon işlevi), 
- Davranışları yönlendirir (düzen işlevi), 
- Toplumsal egemenlik ilişkilerini meşrulaştırır ve örgütler (anayasal işlev),
- Yaşam koşullarını biçimlendirir (planlama işlevi). 
- Nihayet  hukuk  hayatının gözetimi (gözetleme işlevi) de  hukukun bu dört işlevinin layıkıyla
yerine getirilebilmesi için hukukçular tarafından başarıyla gerçekleştirilmelidir.
	Hukuk alt sisteminde özellikle bu  beşinci  işlev bakımından  vurgulanma gereği bulunan
iki temel  taşı vardır: Pozitif hukuk normlarının oluşum süreci ile hukuksal çekişmelerin kesin
çözüme ulaştırıldığı yargı mercileri…
	Pozitif  hukuk  normları ile  toplum arasındaki  etkileşimi olabildiğince dar bir açıya
indirgeyerek ilk önce  bir  devlet  hukuku ya da bir yasama etkinliği olarak kavrayabileceğimiz
bir hukuk  düzleminde kaldıraç niteliğinde bazı önlemlerin gerekliliğini burada temellendirmeye
çalışacağım:
	Bu bağlamda ilk söylenecek olan şey, "hukuksal olgular araştırması"nın ve daha kapsamlı
biçimiyle  disiplinlerarası  görgül  araştırmaların  bu  etkinlik  alanında  bir  yöntem olarak
ciddiyetle dikkate alınmasıdır.
	Dogmatik hukuk  bilimcilerinden oluşan  yasa taslağı hazırlama  komisyonlarında izlenen
yöntem bu  ufuktan yoksun  bulunmaktadır.  Bu  komisyonlarda izlenen  yöntem  diğer ülkelerdeki
düzenlemelerin etüd  edilmesi ve ülkemize uygun  normun müzakare  ile bulunmasıdır. Bundan daha
vahim olan bir başka durum ise, hukuk bilimcilerinin davet edilmedikleri diğer bir kısım taslak
hazırlama  çalışmalarında  ilgili bakanlığın  siyasi  iradesinin  hukuk normuna  dönüştürülmesi
etkinliği olarak belirmektedir.  Son olarak,  Danıştay'ın  danışılma işlevinin içerisinin iyice
boşaltılmış olmasından dolayı hukuk devletinde  bir güvence olan  meslekten  hukukçuların hukuk
bilgisi ve  bilinci  devlet  yönetiminden  giderek  uzaklaştırılmıştır.  "Yok kanun, yap kanun"
pervasızlığı devlet tarzı durumuna gelmeye başlamıştır. 
	Bu çerçevede  bilginin ve iyiniyetin içerisini  dolduramama tehlikesinin doğurduğu  iki
"yasa" tipi ortaya çıkmaktadır: "Kötü yasa" ve "kötü niyetli yasa"… Anayasa yargısı denetiminin
sınırları bunlardan sakınmaya imkan vermemektedir.
	Yukarıdaki toplumsal işlevlerini hukukun "eşitlik", "amaca uygunluk"ve"hukuk güvenliği"
değerlerine uygun  biçimde  yerine getirebilecek  bir yasanın hazırlanmasının en önemli koşulu;
komisyonlarda kendi  yaşam  deneyimlerini dile  getirerek onları  yasa  normunda görmek isteyen
üyelerin  bu  "amiyane"  bilgilerinin yerine, doğruluğunun denetlenebildiği "bilimsel" bilginin
temel  alınmasıdır. Önyargı, kanaat, inanç  olarak  yasa  metinlerine  sızan  bu  öznel  bilinç
içerikleri yasanın  topluma olan  etkisini tehlikeli bir boyuta taşımaktadır. Bilimsel bilginin
biçimlendirdiği  yasanın  tartışılması,  isabetinin  denetlenmesi   yine  aynı  bilimsel  yolla
gerçekleştirilmekle bu tehlike olabildiğince toplumdan uzak tutulmuş olacaktır.
	Hukuk dogmatikçilerinin  dogmatik  hukuk bilimi çerçevesinde kalan  bilgilerini elbette
bilimsel bilgi olarak kabul etmemiz zorunludur. Dogmatik hukuk biliminin metodolojisinin dışına
düşen ve gündelik hayat  deneyimlerinin ifadesi niteliğinde olan önermelerin, salt bu kişilerce
dile   getirilmelerinden  dolayı  bilimsel  sayılması  onların  dahi  kabul  etmeyecekleri  bir
öznelliktir.  "Kötü yasa"nın  önemli bir  kaynağı budur.  Diğer bir kaynağı ise, görüşülen yasa
taslağı konusuna  giren  hukuk dogmatiğine  o bilim  mensuplarının yeterince  hakim olamamaları
tehlikesidir. Bu kaygıyı taşımamın  nedeni, yaklaşık  seksen yıldan beri üzerine binlerce kitap
yazdığımız  Cumhuriyet hukukunun  biliminin metodolojisini asla layıkıyla yapamamış olmamızdır.
Bilimsel  tartışma  aslında  yöntem  tartışmasıdır.  Bir bilginin  yanlışlığını, onun  üretilme
yönteminin  yanlışlığını  ortaya koyarak kanıtlamış oluruz.  Bir bilim  düşününüz  ki,  o bilim
alanında on  binlerce  kitap  yazılmış  olsun, ama  bu  yığının içerisinden  birkaç metodolojik
monografi ya çıksın, ya da çıkmasın! "Kötü yasa"nın diğer bir kaynağı da budur.
	Bu kaygılarımın ve eleştirilerimin,Lewellyn'in yukarıda hukukun işlevleri kategorisinde
doğrudan  bunlara dahil  olmamakla  birlikte,  ilk  dördünün ifası  için hukukçulara  yüklediği
"gözetim işlevi" alanında yer  aldığını görüyoruz. Hukukçulara ve hukuk kurumlarına yüklenen bu
görev, onların  nitelik ve  niceliklerinin  bu göreve uygun bulunma  koşulunu getirmektedir. Bu
bağlamda ilk olarak, her fırsatta dile getirdiğim  gibi, hukuk fakültelerinin araştırma,öğretim
ve eğitim  kapasitelerinin bu talebe  uygun düşecek boyutlarda zenginleştirilmesi ve bunun için
hiçbir maddi  maliyetten  kaçınılmamasıdır.  Hukuk fakültelerinin gereksinimleri yüksek öğretim
içerisinde öncelikler sırasında çok gerilerde bekletilmemeli, onlara birinci derecede öncelikli
ve ayrıcalıklı davranmalıdır.Çünkü insan için sağlık ne ise,toplum için de adalet odur.Adaletin
bilimini yapan bu kurumlara tanınacak öncelik böyle bir kamu yararından doğmaktadır.
	Ülkenin hukuk yaşamını uzun vadede iyileştirecek bu öneriden sonra,daha dinamik ve kısa
vadede  iyileşmelere   yol  açacağını  düşündüğüm   bir  kurumun  bu  "gözetim işlevi"  alanına
kazandırılması önerisini yapmak istiyorum:  yine  her vesile ile dile getirdiğim bu kurumun adı
"Disiplinlerarası Görgül Hukuk Araştırmaları Enstitüsü" olacaktır. Bu kurum ilk önce,mali,idari
ve bilimsel yönden  tamamen özerk kılınacaktır. Ülkenin hukuk hayatını tüm bilimsel yöntemlerle
yakın izlemeye alacaktır. Yasa taslaklarını bu kurum hazırlayacak,çıkmış yasaların etkililiğini
ve toplumsal etkilerini araştıracaktır. Yasa  metinlerine  her türlü amiyane bilginin sızmasını
engelleyecektir. "Kötü yasa"dan  sakınmanın  önemli bir aracı olarak gördüğüm bu Enstitü, "kötü
niyetli yasa"nın hukuk hayatına karışmasına da,kendisine verilen bu araştırma yetkisi ile engel
oluşturacaktır.  Haksızlıklar artık yasayla  yapılmayacak, onların  hukuka aykırılıkları yasaya
uygunlukları  yoluyla   gizlenmiş  olamayacaktır.  Bu  kurumun   bilimcileri  bu   kurumda  işe
başlayacaklar  ve  emekli olabileceklerdir. Onlara her türlü  baskıdan  korunabilecekleri özlük
hakları  tanınacaktır. Liyakatin  üzerinde  başka  bir ölçüt onların  bu  kuruma  aidiyetlerini
belirlemeyecektir. Çalışma tarzı, bilgi  birikimi ve  bilgi  üretme  yöntemi  saydam olacaktır.
Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı ilkesi bu kurum için de geçerli kılınacaktır. 
	Yasakoyucunun böyle  bir  enstitüyü kurmasını beklemeksizin, bünyesinde hukuk fakültesi
bulunan üniversiteler  de aynı işlevi  görecek  kurumlaşmayı - daha küçük çapta dahi olsa -aynı
başarıyla  gerçekleştirebilirler. Giderek üniversiteler arası işbirlikleri tasarlayarak etki ve
başarı oranını  yükseltebilirler. TÜBİTAK, TÜBA ve YÖK  bu üniversitelerarası hukuk fakülteleri
işbirliğine  çatı  örgüt olarak  katılarak disiplinlerarası  görgül hukuk  araştırmalarını aynı
süreklilik ve bağımsızlık ölçülerinde örgütleyebilirler. 
	Kötü yasadan ve  kötü niyetli yasadan korunmanın araçları olarak gördüğüm bu iki öneri:
"Hukuk Fakültelerinin" köklü bir iyileştirmeye tabi  tutulması ve  bir "Disiplinlerarası Görgül
Hukuk  Araştırmaları  Enstitüsü"nün  kurulmasıyla  yerine getirilecek  olan  gözetim  işlevinin
"yasaların kötü uygulanması" ve "yasaların kötü niyetli uygulanması"nın bertaraf edilmesinde de
olağanüstü katkısının olacağını söylemeliyim. 
	Akdeniz Üniversitesi kendi olanaklarını böyle bir hedefe ulaşmak için kullanabilir; bir
sivil toplum  kuruluşu olarak  ortaya  çıkan "Antalya Hukuk  Fakültesini Geliştirme Derneği"nin
amacını  ve  hedeflerini  bu  dernekten  önce   kendine  yaraşır  biçimde  görev  sayabilir  ve
gerçekleştirmeye girişebilir.  Bu anlamda  AHD'nin  amacını  ve  hedeflerini  dernek tüzüğünden
okuyarak bu savımı anlaşılır kılmak isterim:
"Derneğin amacı (md.3):
	AHD  Akdeniz  Üniversitesi  Hukuk Fakültesi'ni geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Dernek
Antalya'da,   Akdeniz   Üniversitesi  bünyesinde   Türkiye'ye  örnek   bir  hukuk  fakültesinin
gerçekleştirilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Derneğin   bu   amacını  gerçekleştirmek   için   sürdürülecek   çalışma  konuları  ve  çalışma
biçimleri (md.4):
	a) Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin araştırma,öğretim ve eğitim etkinliklerinde
gereksinim duyduğu altyapıyı oluşturup geliştirmek,
	b) Bu amaçla işlevsel ve kapsamlı bir uzmanlık kütüphanesinin kurulmasını sağlamak,
	c) Başarılı öğretim elemanlarının kuruma kazandırılabilmesi için maddi destek aramak ve
vermek,
	d) İşlevsel bir fakülte binasının yapımını, donanımını ve gelişimini mümkün kılmak,
	e) Fakülte öğrencilerinin araştırma öğretim ve eğitim gereksinimlerine çözüm bulmak,
	f) Fakültenin ulusal ve uluslararası işbirliklerini ve her türlü bilimsel etkinliklerin
desteklemek ve geliştirmek,dernek amacına uygun ulusal ve uluslararası işbirliklerine girişmek,
	g) Ödüllü,  ödülsüz  yarışmalar açmak,  hukuksal  araştırma  projelerini teşvik  etmek,
bilimsel  etkinlikler,  törenler,  toplantılar düzenlemek. Bilimsel yapıtlar,  dergi ve yazılar
yayımlamak. İnternet ve dijital  iletişim  ortamında,  görsel ve yazılı basında  dernek amacına
uygun etkinliklerde bulunmak,
	h) Fakülte  öğrencilerine  ve  araştırmacılarına yurtiçi ve yurtdışı  burslar sağlamak.
Öğrencilerin mezuniyet sonrası iş hayatına atılmalarında yardımcı olmak,
	i) Bir "Antalya Hukuk Fakültesi Geliştirme Vakfı" kurulabilmesi için girişimde bulunmak
ve bu  vakfın  kurucuları arasında yer almak. Hukuk  bilimleri alanında etkinlik gösterecek bir
"Disiplinlerarası Araştırma Merkezi"kurarak ve  işleterek,hukuk fakültesinin akademik işlerinin
gerçekleşmesine  yardımcı olmak. Bu  merkezin kurallarına ve işleyişine uygun teşvik, destek ve
etkinliklerde bulunmak."
	Bu  çerçeveye oturtulmuş bir hukuk fakültesi biraz önce ileri sürdüğümüz  beklentilere,
yani kötü yasalardan ve yasaların kötü uygulanmalarından,  kötü niyetli yasalardan ve yasaların
kötü niyetli  uygulanmalarından toplumu  koruma beklentisine büyük oranda yanıt verebilecektir.
Değerli Dekanım ve Meslektaşım Prof. Dr. Meral Öztoprak Sağır'a;
- Fakültemin öngörülen ve bitmek üzere bulunan binasının hiçbir  plan değişikliği yapılmaksızın
hukuk bilimlerine bütünüyle tahsisi, 
- Bu binada öngörülen kütüphane ve toplantı mekanlarının tümüyle korunması,
- Bu binada en geç dört yıl içinde otuzbin kitaplık bir uzmanlık kütüphanesinin kurulması,
- Tüm öğretim  elemanlarına  bilimsel özgürlük ve özerklik için, tefekkür için  gereksindikleri
bir çalışma altyapısının sunulması, 
- Görevli gelen öğretim üyelerine burada görevlerini ifa sırasında bilimsel araştırma,eğitim ve
öğretim için ihtiyaç duydukları münferit oda ve donanım tahsislerinin yapılması,
- Başarılı hukuk  bilimcilerinin kadrolu ya da geçici görevli gelmeyi düşünebilecekleri başkaca
tercih konularının yaratılabilmesi,
- Biraz  önce  amaç  ve   hedeflerini   okuduğum   AHD'yi   nihayet  işsiz  bırakabilmesi  için  
gönülden başarılar diliyorum.İhtiyaç duyduğu desteği gördüğü takdirde bu başarılara ulaşacağına
inanıyorum. Özverisi, gayreti ve başarısı için minnet ve şükran duyacağız.
	Bir fidana,  önce büyüsün,  suyu ve toprağı sonra veririz; bir hastaya, önce iyileşsin,
daha sonra tedavi ederiz; bir işletmeye, önce kar etsin, altyapısını ve  sermayesini daha sonra
sağlarız diyemeyeceğimiz gibi,  bir  hukuk  fakültesine de aynı  mantığı reva  göremeyiz: hukuk
fakültesinin asgari koşullarda tasarlanmış binasını öngörülen  işlevlerine yabancılaştırarak ve
başka birimlerle  dar   bir  mekanda  birlikte  çalışmaya  zorlayarak bu  fakülteyi  biraz önce
açıklamaya çalıştığım yetkinliğe asla ulaştıramayız. 
	Bu  fakülte bazı taşra  üniversitelerinin  sürüklendiği  "dersaneleşme"  tehlikesinden,
korunmalıdır. Bu  fakülte  kimi taşra  üniversitelerinde  başlayan  "dersaneleşme"  yangınından
kurtarılmalıdır.  Hukuka saygısı olan  her  gerçek ve tüzel kişiden  ben  bir  hukuk  bilimcisi
olarak bu desteği ısrarla diliyorum. En azından  hukuka  saygılı,  yetki ve güç sahibi kurum ve
kişilerden;  "Dersane  olmasına izin  verilmeyecek bir  hukuk fakültesinin normatif ve fiziksel
yapısı nasıl mümkündür ?" diye sorabilmelerini bekliyorum. 
Sevgili Öğrencilerim,
	
	Fakültemizin öğretime başlamasıyla ilk mezunlarını verdiği tarih arasında geçen bu dört
yıl için, buruk bir sevinç içerisinde birkaç söz de size söylemek istiyorum.
	Yörüklerin  "Göç yolda düzelir"  sözünü bir  üniversite için  doğru  sayan  bir yönetim
politikasının  eşliğinde bugüne  geldik. Dört  yılda  yapılan  yüz  küsur milyarlık masraf için
üniversitenin en pahalı  öğrencileri oldunuz. Bu, her  fırsatta yüzümüze  söylendi. Bir fakülte
asla "göç" olamazdı ve biz aslında üniversitenin en ucuz fakültesiydik. 
	Bu  dört  yıl  içerisinde  sizinle  birlikte zaruretten  fazilet yaratmaya çalıştık. En
iyisini başarabilmek için Size güzel sözler söyledim ve inanmanızı istedim. O sözler hala güzel
ve hala doğrudur! Yüksek hedefler gösterdim. O hedefler hala geçerli! Onlara ulaşmalısınız!
	Siz bu dört yıl içerisinde ülkemizin yetiştirdiği  nadir hukukçulardan dersler aldınız.
Onlardan yalnızca hukuk bilimini değil, hukukçu duruşunu öğrendiniz. 
	Fakülteniz öğrenci  tercihinde, öğretim yapan 26 hukuk  fakültesi arasında sekizinci ve
üniversitemiz fakülteleri arasında birinci sırada yer aldı. 
	Kitaplığınıza Türkçe'de satın alnabilecek tüm bilimsel hukuk literatürünü yerleştirdik.
Yabancı dilde hukuk literatürünü, kaynaklarımız elverdiğince kitaplığınıza kazandırdık. 
	Yaklaşık üçyüz  metrekarelik bir örtülü alanda, kağıttan  bir tabela altında  ulusal ve
uluslararası bilimsel ilişkilerimizi kurduk ve geliştirdik. 
	"Türkiye Barolar Birliği"  Fakültenizi ülkemize  örnek olacak  bir  hukuk  fakültesinin
gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla "Pilot Hukuk Fakültesi"olarak desteklemek kararını aldı.
	Antalya  kamuoyu  "Antalya Hukuk Fakültesini Geliştirme Derneği"  çatısı  altında  aynı
amaçla ülkemizin hukuk yaşamına güçlü bir hukuk fakültesi kazandırma çabasına girdi. 
	Antalya Barosu ve Antalya Yargı Kurumları her fırsatta sıcak ilgilerini maddi ve manevi
kanıtlarıyla her zaman gösterdiler. 
	Pek yakında - Rektörlüğümüzce  verilen  söz  gereğince-  yaklaşık 3500 metrekarelik bir
binaya taşınacağız.  Burada Siz  ve  ardınızdan gelen kardeşleriniz ve öğretim üyelerimiz huzur
veren bir çalışma ortamına kavuşacaklar. 
	Size herşey için teşekkür ederim.
	Dört yıl boyunca ülkenin diğer üniversitelerinden her türlü meşakkate katlanarak gelen,
bize umut ve cesaret getiren hocalarınıza teşekkür ederim. 
	Fakültemiz için iyi şeyler yapan herkese teşekkür ederim.
	Size ulaşabilen her mütevazı imkanı  dişinden  tırnağından  arttırarak veren bu millete
teşekkür ederim.
	Fakültenizin  yakın  bir gelecekte sevinerek ve  gurur duyarak  anacağınız  bir  düzeye
gelebileceğine yürekten inanıyorum. Siz de inanın ve hep yanımızda olun.
	Son bir söz daha! Eğer bir gün bir kişi Size  "hukukçu mu olacaksın,  yoksa idareci mi?
Karar ver!" derse, Siz hiç tereddüt etmeden bir hukuk devletinde böyle bir sorunun sorulmasının
asla  mümkün  olamayacağını  söyleyin. O  kendisinin  yanlış zamanda,  yanlış  ülkede  olduğunu
hissedecektir.
	Sizi büyük ümitlerimle ve içten sevgilerimle selamlıyorum.
Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrencilerim,
	Bu devir-teslim töreninde aslında Siz, bir "Hukuk Fakültesi"ni devraldınız. 
	Toplumun "sağlığı" demek olan "Adalet"in  biliminin yapıldığı bir kurumun; çağın sosyal
vebası: yolsuzluk  ve  yozlaşmanın önüne  geçebilecek önlemlerin  bilimsel yöntemlerle normatif
kalıplara dökülebileceği bir bilimsel araştırma, öğretim ve eğitim kurumunun hayata geçirilmesi
ödevini devraldınız. 
	Tüm insanların hür, haklar ve haysiyet bakımından eşit doğdukları,akıl ve vicdana sahip
oldukları, birbirlerine  karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmeleri gerektiği  düşüncesinin
aydınlığını yayması beklenen bir kurumu kurmak görevini devraldınız.
	Bu konuşmada değindiğim tüm konuları kapsamak üzere son olarak şunu söylemek istiyorum;
hiçbir pozitif  hukuk  hükmünün  varlığına ihtiyaç duymaksızın; bilimin  doğasından kaynaklanan
yasalara  itibar  etmeliyiz. Bu  yasaları çiğnememeliyiz. Bu yasalar bilimciye onurunu veren ve
çiğnediği zaman ise geri alan ilkelerdir. 
	Huzurunuzda  birlikte  çalıştığım, Fakülte ve Yönetim  Kurulu Üyeleri  Sayın: Prof. Dr.
Salim Mutaf'a,  Prof. Dr. Taha Karaman'a, Prof. Dr. Fatih Topçuoğlu'na, Doç. Dr. Hasan Aslan'a,
Doç Dr. Şükrü Erdem'e  ve  Yrd. Doç. Dr. Erol Esen'e, fakülteme  verdikleri  yoğun  destek için
minnet ve şükran duyuyorum.Fakülte Kurulu olarak verdikleri her kararı gururla uyguladım. Onlar
da tüm  kararlarını ne denli  özgür ve yetkin olarak verdiklerini ve kendilerinin aldatılmasına
asla izin vermediklerini bilirler. Bunu doğrusu başkalarının da bildiğini biliyorum. 
	Fakültemin  her türlü etkinliğine, tüm  eylem  ve  işlemlerine  her  konumdan, makam ve
mevkiiden  gönülden emek  vererek  katılan tüm  meslektaşlarıma, mesai arkadaşlarıma  minnet ve
şükran  borcumu, burada  dile getirerek ifa etmek istiyorum. Zaman darlığı nedeniyle isimlerini
anamadığım için bağışlamalarını dilerim.
	Sabrınız ve dikkatiniz için teşekkür ederim.